Beş Hececiler Topluluğu
1911 yılında Genç Kalemler topluluğu ile başlayan Milli edebiyat anlayışı ilerleyen yıllarda giderek hız kazanır. 1914 yılından sonra bu anlayışı devam ettiren bir şair topluluğu dikkat çeker. Edebiyatçılar, Milli mücadele yıllarında ortaya çıkan ve Orhan Seyfi Orhon, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç ve Faruk Nafiz Çamlıbel gibi sanatçıların bir araya gelmesiyle oluşan topluluğa Beş Hececiler veya Hecenin Beş Şairi adını vermişlerdir.
Sade Türkçeyi ve hece ölçüsünü kullanmayı kendilerine prensip edinen bu sanatçılar, şiirlerinde doğa, Anadolu, kahramanlık ve vatanseverlik gibi konuları ele almışlardır. Bu şairler, Milli edebiyatın devamı olmuşlardır. 1923-1940 yılları arasında Yahya Kemal, Ahmet Haşim gibi şairler aruz ölçüsüyle şiir yazmaya devam etseler de dönemin hâkim şiir ölçüsü hece ölçüsüdür.
Bir araya gelerek bir edebi topluluk oluşturdukları izlenimini veren Beş Hececiler, gerçekte, tek yönlü biçimsel bir çabayı değerlendirmekten ileri gitmemişlerdir. Nihat Sami Banarlı, bu konuyla ilgili şunları söylemiştir:”Hece vezninin 1914-1921 yılları arasında gittikçe artan ve bir cereyan halini alan hâkimiyetine katılanlar çeşitli edebi zümrelere mensuptu… Bu yılların muhtelif gazete ve mecmualarında, gerek milli edebiyatın cereyanının organı olan Yeni Mecmua’da, gerekse 1920 yıllarında bir hece vezni hareketi yapmak gayesiyle yayımlanan ve Celal Sahir tarafından ayda bir defa neşredilen Birinci Kitap, İkinci Kitap…Sekizinci Kitap isimli şiir-nesir-hikâye-tiyatro eserlerinden mürekkep kitaplar’da hece vezniyle şiirler söyleyerek bu cereyana hep birden hız veren genç şairlerin sayısı bir hayli fazladır. Bu şairlerin önemli bir kısmı şiire daha önce aruzla başlamış, hatta aruz vezniyle başarılı manzumeler ve kitaplar neşretmiş, fakat daha sonra heceye dönerek edebiyat tarihimizde hececilikle şöhret kazanmışlardır.”
Hece ölçüsünü ciddi bir biçimde ilk kez kullanan Mehmet Emin Yurdakul’dur. Sanatçı, Cenge Giderken şiirinden sonra Türkiye Şiirler kitabında hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerini yayımlar. Mehmet Emin Yurdakul’u, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Tevfik Fikret takip eder. Hece ölçüsünün giderek yaygınlaşmasında Ziya Gökalp’ın payı fazladır.
1917 yılında kurulan ve edebiyatımızda önemli bir yere sahip olan Yeni Mecmua dergisinde Ziya Gökalp; gerek Servet-i Fünun Türkçesine, gerek bu edebiyatın bir Türk ölçüsü değil; fakat bir Türk aruzu haline getirmeye çalıştığı zengin ve renkli aruz ölçüsüne, büyük bir cesaretle saldırmıştır.
Beş Hececiler topluluğu, hece ölçüsünü güzel, sade ve açık bir Türkçe ve milli öğelerle bir araya getirmiştir. Bu sanatçılar, hece ölçüsüyle kıvrak ve başarılı örnekler vermişlerdir. Mehmet Emin’in Türkçe Şiirler adlı kitabıyla gündeme giren hece ölçüsü, 1908 yılından sonra önem kazanmaya başlamıştır. Yeni Lisan ve Milli edebiyat akımı, milli ölçümüz olan hece ölçüsünün yayılmasına ortam sağlamıştır. Heceye duyulan ilgi, 1930’lu yıllara kadar devam etmiş, hece ölçüsü en parlak yıllarını 1914-1920 yılları arasında sürdürmüştür.
Başlarda Servet-i Fünuncuların etkisiyle şiire aruzla başlayan Beş Hececiler, hece ölçüsünü kullanmaya başladıktan sonra genelde hecenin 11’li ve 14’lü kalıplarını kullanmışlardır. Klasik nazım şekli dörtlüğün dışında yeni şekiller aramışlar, düz kafiyeli ya da dörtlü, beşli, altılı, yedili bentlerden oluşan şiirler yazmışlardır. 11’li hece ölçüsü dışında değişik hece kalıplarını ve serbest müstezatı da denemişlerdir. Bu topluluktaki şairler, Türk şiirinin aruzdan serbest şiire geçişinin önemli bir halkası olmuşlardır. Halk şiiri nazım şekillerini tercih etmişler, yerli unsurları şiirde işlemeye çalışmışlardır.
Milli kaynaklara yönelmişler ve şiire konuşma dilini sokmuşlardır. Ölçü ve biçimin dışında, içerikte de Türk şiirine yeni özellikler kazandırmışlardır. Aşk, doğa gibi bireysel konuların yanı sıra, memleket manzaralarına, ülke gerçeklerine, milli ve yerel konulara da eserlerinde yer vermişlerdir.
Beş Hececiler, hece ölçüsünü tiyatro eserlerinde kullanmışlardır. Yusuf Ziya “Binnaz”, Faruk Nafiz, “Canavar”, Halit Fahri, “Sönen Kandiller” adlı oyunlarını hece ölçüsüyle kaleme almışlardır. Yusuf Ziya, “Akından Akına”, Faruk Nafiz, “Dinle Neyden”, “Çoban Çeşmesi”, Halit Fahri, “Bulutlara Yakın” Orhan Seyfi, “Peri Kızı İle Çoban Hikâyesi”/ “Gönülden Sesler”, Enis Behiç,”Miras” adlı kitaplarında hece ölçüsüyle yazdıkları şiirlerini birleştirirler.
Bu yıllarda hece ölçüsü için çalışan şairler, yalnızca bu beş şairden ibaret değildir. Aka Gündüz, Ali Canip, Ali Mümtaz, Celal Sahir, Fuat Köprülü, Halide Nusret, İbrahim Alaaddin, Nazım Hikmet, Necmettin Halil, Ömer Seyfettin ve Vala Nurettin de hece ölçüsünü eserlerinde kullanmışlardır.
Ziya Gökalp’ın “Sanat” şiirinde özetlediği şu ilkeler,
Aruz sizin olsun, hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir;
Leyl sizin, şeb sizin, gece bizimdir,
Değildir bir mânâ üç ada muhtaç.
Bu dörtlük, hececi sanatçıların sanat anlayışını gösterir; ama Ziya Gökalp’ın şiirinde görülen öğretici olmanın getirdiği yavanlık onlarda yoktur. Bunun sebebi onların şiire Fecr-i Ati duyarlılığıyla başlamış olmalarıdır. Bir başka sebep ise önlerinde örnek alınabilecek eserlerin olmasıdır. Dönem dönem gerçekçi olmak isterken, savaşın etkisiyle ulusal duyarlılıklar adına gerçekliği yitirmişlerdir. Amaçları, vatanseverlik, kahramanlık konularının yer aldığı şiirleriyle toplumu etkilemektir.
Sığ bir gerçeklik ve basmakalıp anlatımlar, memleketçi edebiyatın başarıya ulaşmasına engel teşkil etmiştir. Bunlardan sadece “Han Duvarları” şairi Faruk Nafiz, lirik şiirleriyle günümüze kadar tesirini sürdürmüştür.
Beş Hececiler, Anadolu insanına yönelik bir anlatım tazı geliştirip, şiir kültürümüzü derinden etkilemişlerdir. Onlar, özellikle folklorik malzemenin şiirde kullanılmasını ve yorumlanmasını sağlamışlardır. Beş Hececilerin şiir anlayışındaki öne çıkan nitelikleri şunlardır:
1. Şiirlerinin temasını memleket sevgisi ve memleket sorunları oluşturmaktadır.
2. Nazım biçimi halk şiiri nazım biçimleri, ölçü hece ölçüsüdür.
3. Dil yalındır, halk diline, yerel anlatımları, hatta argoyu da sokmuşlardır.
4. Ton, hitabete kaçmıştır. İşlenen konulara uygun olarak gurur, iyimserlik ve irade göze çarpmaktadır.
5. Şiir lirik özellikten çok didaktik özellik taşımaktadır.
Beş Hececilerin temel kaynağı Türk Halk edebiyatıdır. Bu hareketin sebebi sadece aruz ölçüsünden hece ölçüsüne geçiş yapmaları değil, topluluğun üyelerinin şiirlerinin biçim ve imgesel öğelerinin seçiminde de Anadolu’dan yararlanmaları, harekete milli olması açısından büyük bir yarar sağlamıştır. Bu edebiyat ekolü içinde yer alan sanatçılar, şiir dili ve anlayışı bakımından kendilerine örnek aldıkları milli edebiyatçılardan daha gelişmişlerdir. Bunun sebepleri arasında aruz ölçüsüyle başlamış olmaları ve Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’den etkilenmeleri vardır. Toplulukta yer alan sanatçılardan bazıları daha sonraki eserleriyle Türk edebiyatına yeni bir soluk getirmişlerdir.
Hececiler, Türk edebiyatında milli malzeme olarak sadece hece ölçüsünden yararlanmamışlardır.
Fuat Köprülü bu konuda şöyle demiştir: “Milli edebiyat cereyanı yalnız bir vezin yahut sadece bir şekil meselesinden ibaret değildir. Milli hayatın bütün unsurlarında, hukukta, ahlakta, iktisadiyatta, bediiyatta birbirleriyle hemahenk olarak yapılması şiddetle icap eden geniş bir inkılâp, çok büyük bir terkip vardır ki milli vezin ve milli edebiyat meselesi de işte bu terkibin küçük bir parçasından ibarettir.” der.
Beş Hececileri etkileyen sanatçılar Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’dir. Beş Hececiler topluluğundan Yusuf Ziya, Enis Behiç ile Bilgi Derneği’nde Ziya Gökalp’ın verdiği konferansta tanışmışlardır. Bunu şu sözlerle ifade etmişlerdir:
“Ziya Gökalp’ın hece vezni ve İstanbul lehçesi konferansını beraber dinledik, beraber inandık ve dernekten beraber çıktık. İlk adımda iki eski dosttuk onunla… İki hafta sonra Enis, Bilgi Derneği’ne, elinde ilk hece şiiriyle geldi. Bu, dört dörtlük orijinal “Hodbin” adlı manzumeydi.”
Milli edebiyattan etkilenip hece ölçüsüyle eserler kaleme alan Faruk Nafiz Çamlıbel, kendi döneminin en başarılı lirik şairidir.
Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirlerinde kullandığı her türlü üslupta ölçülü ve uyaklı eserler meydana getirmeye çalışmış; yani şiirlerindeki uyumu bu şekilde sağlama yoluna gitmiştir.
Onun şiirlerinde önem verilecek unsurlar, imgelere, edebi sanatlara, özentiye ve aşırı abartmalara başvurmadan çizdiği görüntüler; içten ve derinden etkileyen duygular ve anlaşılabilir dil ve anlatımdır. O, gücünü gösterişsiz anlatımı içine serpiştirdiği liriklikten ve toplumun beğenisini kazanmaktan almakta ve bunu eserlerine başarıyla yansıtmaktadır.
Şairin en güzel şiirleri Han Duvarları ve Çoban Çeşmesi’dir. Bunlarda Anadolu’nun kendi talihine terk edilmişliğini tasvir ederken, halk şiirlerinden beslenmiştir. Şair, İstanbul’da iken gençliğin vermiş olduğu duygular ve savaş ortamının oluşturduğu duygularla daha çok aşk şiirleri yazmıştır. Şair, aruz ve heceyi aynı ustalıkta kullanabilmiş, heceyle yazmaya başladıktan sonra aruzu da terk etmemiştir.
Şiir kitapları şunlardır:
Aruz ölçüsüyle yazdıkları: Şarkın Sultanları, Gönülden Gönüle, Suda Halkalar, Zindan Duvarları
Hece ölçüsünü kullandıkları: Dinle Neyden, Çoban Çeşmesi. Seçme şiirlerinden oluşan şiir kitapları: Bir Ömür Geçti, Elimle Seçtiklerim, Akarsu, Akıncı Türkleri, Heyecan ve Sükûn, Han Duvarları. Gülmece şiirlerinden oluşan Tatlı Sert adlı şiir kitabı da vardır.
Çamlıbel’in okul piyesi düzeyinde yazmış olduğu toplumsal coşkuyu artırmayı amaçladığı, hece ölçüsüyle manzum olarak yazdığı oyunları da vardır. Bunlardaki konuşmalar doğal, sahne düzenleri başarılıdır: Canavar, Akın, Özyurt, Kahraman, Ateş, Devaynası, Yayla Kartalı. Ayrıca sanatçının Yıldız Yağmuru adlı bir romanı da mevcuttur.
Hecenin bir diğer şairi Halit Fahri Ozansoy’dur. Aruza Veda adlı şiiriyle hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır. Şiirlerinde dörtlüklerden soneye kadar çeşitli nazım biçimlerini deneyen Halit Fahri, bireysel, egzotik temaları işlemiş; genellikle karamsar duyguları kaleme almıştır.
Servet-i Fünun devrinde görülen gerçek hayattan kaçma teması, Halit Fahri’de rüya âlemine sığınma ve uzak diyarları arzulama şekline dönüşmüştür. Onda geçmişe ve gençlik hatıralarına bağlılık da vardır. Şiirde bireysel temaları işlemeyi yeğleyen şair, tedirgin ve karamsar bir ruh haline sahiptir. Bundan dolayı şairin ana temalarından birisi de ölümdür.
Karanlığın çeşitli görünümleri, kar, tipi, gök gürültüsü, harabeler ve baykuş, şairin mekânı ve doğal manzaraları anlatırken çok sık kullandığı kelimelerdir. O, aşkı bile işlerken kavuşma anının neşesini değil, ayrılığın üzüntüsünü anlatmıştır. Doğadaki sesleri ve renkleri ayırt edebilen şairde hüzün, gözlemden kaynaklanan öğeleri idare eden ve düzenleyen psikolojik durum olarak görülür. Şair, her yer ve her şeyde ince bir hüzün vardırHalit Fahri’nin anılarından öğrenildiği üzere, güzel bir bahar günü Ömer Seyfettin, Orhan Seyfi ve Halit Fahri Gülhane Parkı’nda edebiyattan konuşurlarken Ömer Seyfettin, onlardan şiirde konuşma dilinin sadeliğine ve hece ölçüsüne dönmelerini istemiştir. O, Cumhuriyet devrinin kuruluş ve sonrası aşamalarında yazdığı, Gülistanlar-Harabeler, Paravan, Balkonda Saatler, Sulara Dalan Gözler, Hep Onun İçin, Sonsuz Gecelerin Ötesinde adlı şiir kitaplarıyla bilinir.
Orhan Seyfi de önce aruzla şiire başlamıştır. Fırtına ve Kar onun aruzla yazdığı, beğenilen şiirlerindendir. Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi ise hece veznini başarıyla kullandığı manzum masalıdır. Şairin eserlerinde bireysellik ön plandadır. Özellikle aşk konularını işler. Vatan sevgisi ve özlemini kaleme aldığı şiirleri de vardır. Vasfi Mahir Kocatürk, “Orhan Seyfi’nin şiirdeki şahsiyeti, bir kelime ile hülasa edilebilir: Basitlik. Bu şair, duyguda, fikirde, lirizmde, lisanda, mevzuda, vezinde, kafiyede, her şeyde basittir.”der. Şükran Kurdakul da, onu “Duyarlılığında içten değildir. İlkel, gülünç ve basit buluşlarla yetinir…” diye değerlendirir.
Orhan Seyfi’nin şiirlerinde en çok yer bulan konu aşktır. Görünüme ait izler, hatıra ve çoğu zaman aşk ile birlikte işlenir. Onda aşk, yaşanmış bir durumun ifadesinden çok, hayal zevkine bağlı bir duyarlılığın ifade aracı olarak kabul edilir. Bunu yaşanılan dönemin sosyal ıstıraplarından aşk ve doğaya sığınma olarak kabul etmek de mümkündür. Orhan Seyfi’nin şiirlerinde ince bir yergi ve romantik sızı görülür. Hayatının belli bir devrinden sonra yazdığı şiirlerde, gençlik yıllarına ait anı zevki bu romantik sızı ile birlikte anlatılır.
Şiirleri: Fırtına ve Kar, Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi, Gönülden Sesler, O Beyaz Bir Kuştu, Kervan adlı kitaplarında gülmece ve yergileri; Asri Kerem ve Düğün Gecesi’nde makaleleri; Dün-Bugün-Yarın’da; fıkraları da Kulaktan Kulağa adlı kitapta toplanmıştır.
Enis Behiç Koryürek, ilk şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. Savaş yıllarında çeşitli dergilerde çıkan milli duyguları işlediği şiirleri vardır. Ziya Gökalp’ın tesiri ile hece ölçüsünde yalın şiirler yazmaya başlamıştır. Hece ölçüsüyle kaleme aldığı Hodbin adlı şiirini Ziya Gökalp ile ilk karşılaşmalarında kendisine tavsiyesi üzerine yazmıştır. Bunu şair şöyle açıklamıştır:
“Bu şiir çok muvaffakiyet kazandı, çok beğenildi. Bunun üzerine artık hep hece vezninde, hep temiz konuşma Türkçesi ile şiirlerim. Şiirlerim birbiri ardınca doğdu ve böylece, işte bugüne değin, yirmi iki yıldır hep o yolda, Gökalp’ın bana gösterdiği yolda yürüyerek, iyi-kötü, az-çok, bugünkü gençlerin hep bildikleri şiirlerimi yazdım. Demek oluyor ki benim şairliğimde Gökalp’ın irşadının büyük tesiri olmuştur.”
Enis Behiç’in aşk konularını ele aldığı şiirlerinde içten bir hava sezilmez. Gemiciler ve tarihsel kahramanlıklarla ilgili şiirlerinde vatan sevgisini coşkulu ve başarılı bir biçimde işlemiştir.
Şair, yazdığı şiirlerde, tarihi deneyim ve tarihi başarıları samimi bir havada anlattığından Milli edebiyatçılar arasında önemli bir yere sahiptir. Enis Behiç, Enver Paşa’nın isteği üzerine Çanakkale’ye gönderilen heyete girmiş ve oradan Ordu’nun Duası, Çanakkale Şehitliği’nde gibi şiirleri yazmıştır.
Yusuf Ziya Ortaç, 1914 yılında şiir yarışmasında birincilik elde etmiş olup, şiiri Kehkeşan adlı dergide yayımlanmıştır. Daha sonra birçok dergide şiirlerini yayımlayan şair, 1918 yılında Çimdik imzasıyla Diken dergisinde gülmece ve yergi yazıları yazmıştır. Bu türdeki nesir ve şiirlerini 1923 yılından sonra çıkarmaya başladığı Akbaba dergisinde devam ettirmiştir.
Yusuf Ziya’nın da aruz ölçüsünden hece ölçüsüne geçişi Enis Behiç ile aynı zamanda olmuştur. İlk eserlerinde kullandığı aruzu Ziya Gökalp ile tanıştıktan sonra terk eden sanatçı, bunu şöyle anlatmıştır: “Birinci Dünya Savaşına girmemiştik henüz. Bilgi Derneği toplantılarının ikinci haftasıydı. Hece vezniyle yazdığım ilk manzumeyi okumuştum o gün. Akşamüzeri merdivenlerden inerken, arkamdan telaşlı bir ses koştu: -Yusuf Ziya Bey! Bu, Celal Sahir’in sesiydi. Bana: -Ziya Gökalp Bey rica ediyorlar dedi, müsaade buyurursanız şiirinizi Türk Yurdu’na koyalım! -İki hafta sonra, Türk Yurdu’nun kalın kâğıtlı kırmızı kapağında adım vardı.”
Şiirlerinde aşk ve doğa sevgisini milli unsurları birleştiren sanatçı dili, hece ölçüsünü başarılı kullanır; ama şiirden ziyade gazetecilik; yergi, gülmece ve nüktede daha başarılıdır.
Akından Akına, Cenk Ufukları, Âşıklar Yolu, Yanardağ şiir kitaplarıdır. Hece ile yazılan Binnaz adlı dramı, Lale Devri dönemindeki bir aşk ve yiğitlik öyküsünü yansıtmaktadır. Birkaç romanı, fıkralarını topladığı kitapları ve edebiyat ve basın hatıralarını anlattığı Portreler adlı kitapları mevcuttur.
Beş Hececiler, şiirde sade ve özentisiz olmayı tercih etmişlerdir. Bunun için güzele ve iyiye ulaşmaya çalışmışlardır. Ziya Gökalp’ın edebiyat dilinin konuşma dili olması gerektiğini söylerler. Bu görüşe paralel eserler meydana getirirler. İstanbul Türkçesiyle eser oluşturmayı amaçlayan bu şairler, mekân olarak İstanbul dışına çıkarak Anadolu’ya yönelirler. Sade ve duru Türkçe ile yazdıkları eserler sayesinde halka seslenirler. Anadolu gerçeği ve insanını şiire alırlar.
Beş Hececilerden Faruk Nafiz ve Halit Fahri ara sıra aruzla şiirler yazmaya devam etmişlerdir. Faruk Nafiz, Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi Büyük Mecmua adlı dergide de şiirlerini yayımlamışlardır. Bu derginin kapatılmasından sonra bu sanatçılar, Yarın adlı dergiye geçiş yapmışlardır. Aralarında aruz vezniyle yazanlarla başlayan ayrılık böylece daha da belirginleşmiştir. İlerleyen zamanlarda bu sanatçılar, aruz ve hece ölçüsünü birlikte kullanmaya başlamışlardır.
Zamanla modern Türk şiiri, serbest ölçüden etkilenmeye başlamış ve hececi şairlerin etkileri azalmıştır. Yine de Beş Hececiler, milli ölçümüz olan hece ölçüsünü yaygınlaştırmaları onların hece hareketi içerisinde yükselmesine olanak sağlamıştır. Hece-aruz ikilemi arasında kalan Faruk Nafiz, Hecenin Beş Şairi arasında şairliği en kuvvetli olan bireydir.
Türk edebiyatının önemli kilometre taşlarından biri olarak kabul gören Beş Hececileri ve şairlerini daha iyi çözümleyebilmek için şiirlerinden birkaç örneği vermek yerinde olacaktır.
“Ya gezen bir ölü yahut gömülen bir diriyim
Mumyadır, canlı da cansız da, bu kabristanda.
Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûmu gibi
Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda.”
(Faruk Nafiz Çamlıbel)
Bu dörtlüklerin her yeri Türkçe sözcük ve mısralarla doludur. Yazarın son şiirlerinden biri olan Zindan Duvarlarının Türküsü şiirinde Han Duvarları’ndaki çizgi ve seslerden, Maraşlı Şeyhoğlu’ndan, Anadolu’nun kimsesizliğinden gelen sesler bulunmamaktadır.
“Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir parıltı gördü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Git gide birer ayet gibi derinleştiler.
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler.”
(Han Duvarları’ndan)
Tam anlamıyla göze hitap eden bu dörtlük, şair direkt söylememiş olsa da, Anadolu coğrafyası ve insanı arasındaki ilişkiyi çok iyi yansıtır. Dış çevrenin boşluğu ve acımasızlığı, bu insanları içine kapanık yapmıştır. Anadolu insanının duyuş tarzında, halk edebiyatında görülen santimantalizm ve tasavvuf edebiyatında en güzel ifadesini bulan derunilik, saadeti varlık ötesinde aramaya girişmesinde bu coğrafyanın tesiri vardır.
Enis Behiç’in en iyi şiirleri, eski devirlerin hatıra ve heyecanlarıyla harmanlanmış milli kahramanlık şiirlerini kaleme aldığı dönemdir. Balkan Savaşları nedeniyle duyduğu milli acılar ona aruz ölçüsüyle mersiyeler yazdırmıştır. Bundan sonra o da, hece hareketine katılmış ve hece ölçüsüyle de milli-destanî şiirler yazmıştır.
Milli Neşide’den
“Biz kimleriz? Biz Altay’dan gelen erleriz.
“Çamlıbel”de uğuldarız; coşar güleriz
Biz öyle bir milletiz ki ezelden beri
Hak yolunda yalın kılıç hep seferberiz.
Yürüyoruz; başımızda “ay-yıldız”ımız,
Genç, ihtiyar, kadın, erkek, oğul, kızımız
Soyumuzda ne kahraman kardeşler vardır:
Türkmen, Oğuz, Başkurt, Tatar ve Kırgızımız
Demir dağlar delmiş olan Bozkurtlarız ki
Orhun’da var Kül-Tigin’den kalma yazımız
Hamlemizden yere geçer kanlı saraylar,
Bizce birdir gedâlarla Baylar, Giraylar…
Medeniyet şimşeğinden gelir hızımız;
Sorma: Kimdir kanatlanmış bu genç alaylar:
Bunlar bütün nura doğru akın eden Türk!
Hey koca Türk, uzakları yakın eden Türk!”
(Enis Behiç Koryürek)
O, bu manzumeleri yazarken ara sıra klasik hece ölçüsünde değişiklikler yapmayı düşünmüş, 6+4 kalıbı yerine 7+4 kalıbını kullanmak veya 3+3+4 şeklinde yeni bir onlu ölçü yapmak gibi deneyimlerde bulunmuştur. Bu deneyimlerinde ses bakımında başarılı olamamış; ama bir manzumede birkaç ölçüyü birden kullanarak yazdığı bazı şiirlerinde bu yenilik ve değişiklik hevesinin tuttuğu görülmüştür. Bu şiirleri arasında Süvariler ve özellikle Gemiciler, serbest hecenin de kullanılabileceğini kanıtladığı eserleridir.
Halit Fahri’nin aruzdan heceye geçiş yaparken yazdığı Aruza Veda manzumesi, arkasında çok değerli anılar bırakan bir insanın ince ve derin hasret duygularını anlatan şiiridir:
Aruza Veda
“İlk hasretiyle gençliğimin ilk elemleri
Ey paslı tellerinde gülen, ağlayan aruz
Ey eski dost yâd edelim eski demleri,
Mademki son sadânı dağıtmış, yorulmuşuz
Anlat, alevli bir çölün üstünde ansızın
Billur sesinle hıçkırarak doğduğun günü!
Bin bir diyarda bin bir ilahi güzel kızın
Anlat nasıl terennümün inletti gönlünü!
Akşam guruba tüten bir buhurdanın
Hüznüyle şahit olma nihayet zevaline!
İran yoluyla-Zühre tacın, nağme kervanın-
Şahane geldiğin gibi şahane git yine!..”
(Halit Fahri Ozansoy)
Peri Kızı ile Çoban Hikâyesi adlı manzumu Orhan Seyfi’nin hece hareketinden etkilenerek yazdığı eseridir. Ziya Gökalp’a ithaf edilen ve:
“Çok eski bir zamanda
Oğuz Han hükümdarmış-
İşitmiştim “Turan”da
Bir peri kızı varmış.”
Mısralarıyla başlayan bu masal şiirin herhangi bir doğu masalından farkı yoktur; ama onun gerek Oğuz Han’ın ismini kullanması, gerek Turan sözcüğüyle başlaması bu masal şiire milli bir hava kazandırmıştır. Ayrıca yedili hece ölçüsünü kullanması, devrine göre kuvvetli şiir tekniği ve özellikle çok temiz ve doğal bir Türkçe ile sözlerini ifade etmesi gibi özellikler bu masal şiiri, milli edebiyat hareketinin örnek ürünleri arasına sokmuştur.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki: Beş Hececilerin hareketi, halka yönelme olarak kabul edilebilir. Sade bir Türkçenin kullanılması, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeden atılması çalışmaları esas olanın halk tarafından benimsenmek olduğunu kanıtlar niteliktedir. Yalın, anlaşılır bir dille yazdıkları ve hece ölçüsünü kullandıkları için şiiri halka sevdirmişlerdir. Taklitten uzaklaşmaya ve yaşanılan devri anlatmaya önem vermişler, heceye getirmiş oldukları ses ve kazandırmış oldukları yeni değerlerle heceyi geliştirmişler ve edebiyat tarihine adlarını altın harflerle yazdırmışlardır.
Kaynakça:
Kocahanoğlu, Osman S. (1976). Milli Edebiyat Hareketi ve Beş Hececiler, Toker Yayınları, İstanbul.
Tuncer, Hüseyin, (1994). Beş Hececiler, Akademi Kitabevi, İzmir.
Yazar: Özge Beniz
Merhabalar 17 Mayıs 2016 tarihli bu bilgi verici yazımızı NACİYE ÇALIŞICI yazarımız Bilgi Ustamız sitemizde, Beş Hececiler Topluluğu başlıklı konu hakkında bilgi ve tecrübelerini bizlerle paylaştı kendisine teşekkür ederiz.
0 yorum:
Yorum Gönder